Select your language
Afrikaans
Arabic
Basque
Bulgarian
Catalan
Chichewa
Chinese
Croatian
Czech
Danish
Dutch
English
Farsi
Fijian
Filipino
French
German
Greek
Hebrew
Italian
Japanese
Kinyarwanda
Kisongie
Korean
Lingala
Malagasy
Norwegian
Nuer (Sudan/South-Sudan)
Oromo
Polish
Portuguese
Romanian
Russian
Slovak
Somali
Spanish
Swahili
Swedish
Tshiluba (DR Congo)
Turkish
Welsh

Bölüm 4 Mesih yüreğimizin tek nesnesi

Charles Henry Mackintosh

İsa Mesih’in yeterliliği

Önceki üç bölümde Mesih’in bizim için yaptığı işle bağlantılı çok önemli temel gerçekleri açıklamaya çalıştık. Bunlar geçmişteki yaptığı işi, şimdiki işi, Kendisini günahları bağışlatan kurban olarak vermesi ve savunmacılığıdır.

Şimdi, Tanrı’nın yardımıyla okuyucaya Mesih’i yüreğimizin nesnesi olarak tanıtmak istiyoruz. “Ben yüreğimi mükemmel şekilde tatmin eden bir Kişi buldum, ben Mesih’i buldum” demek ne kadar harikadır. Bu bizi dünyadan gerçekten yükseltir. Tövbe etmeyen yüreğin kaynaklarından bizi tamamen bağımsız kılar. Bize devamlı esenlik verir. Ruha, dünyanın anlayamayacağı bir rahatlık ve huzur verir. Dünyaya ait olan zavallı insanlar gerçek Hıristiyanın hayatı çok sıkıcı, renksiz ve saçma olduğunu düşünebilir. Nasıl bir inanan kişi onun görüşüne göre, eğlence, rekreasyon ve zevk olmadan hayatını sürdürebildiğini merak eder. Tiyatro yok - balo ya da parti yok - konser yok - kart oyunu ya da bilardo yok - av ya da yarış yok - kulüp ya da haber odası yok - kriket ya da kroket partisi yok. Bu gibi şeylerden tövbe etmemiş insanı mahrum bırakmak, onu neredeyse çaresizliğe veya deliliğe sürükler. Ama Hıristiyan böyle şeyleri istemiyor, onlara sahip olamayı aramıyor. Bu tür şeyler onun için ağırlık olabilir. Tabiki biz şimdi gerçek Hıristiyandan bahis ediyoruz. Sadece isim olarak değil ama gerçek Hıristiyan olandan konuşuyoruz. Ama ne yazık ki çoğu gerçek Hıristiyan olmayan kişiler dinleriyle alakalı ağızlarıyla büyük şeyler konuşupta ama buna rağmen bu dünyaya ait olan insanların boş ve anlamsız arayışlarının ardından gidiyorlar. Onları Rab’bin gününde Rab’bin sofrasında ve pazartesi bir tiyatroda veya konserde görebiliriz. Onları pazar günü çeşitli Hıristiyan çalışmalarına katılmayı kalkıştıklarını görebiliriz ve hafta arası onları balo salonunda, yarış pistinde ve başka bir çılgın ve boş bir şeyle uğraştıklarını görebiliriz. Böyleleri İsa Mesih’i yüreklerinin tek isteği olarak tanımadıklarından kaynaklanıyor. Gerçekten, bir kişinin içinde bir tek kıvılcım tanrısal yaşam olduğunda, nasıl bu tanrısız dünyanın berbat uğraşlarından zevk alabilir? Gerçek ve ciddi Hıristiyan böyle şeylerden uzak durur, içgüdüsel olarak bunları reddeder. Ve bunu, bu tür şeyler çok kötü olmalarından dolayı yapmaz, ama onlardan zevk almaz, çünkü onlardan son derecede daha üstün ve yeni doğasının tüm isteklerini karşılayan bir Kişi bulmuştur. Gökten inen bir meleğin bir balodan, tiyatrodan veya yarış pistinden zevk aldığını düşünebilir miyiz? Bunu düşünmek bile tamamen gülünçtür. Bu tür olaylar öyle bir göksel varlık için tamamen yabancıdır. Peki bir Hıristiyan nedir? O bir göksel kişidir. O tanrısal doğaya sahiptir. O dünya ve günah karşısında ölüdür. Tanrı karşısında diridir. Dünya ile tek bir bağlantısı bile yoktur. O göğe aittir. Rableri Olan Mesih, dünyadan olmadığı gibi, onlarda dünyadan değiller. Mesih dünyanın eğlencelerine, şenliğine ve aptallığına katılabilir mi? Bunu düşünmek bile Tanrı’ya küfretmektir. Peki o zaman Hıristiyanın durumu nasıl olmalı? Rabbinin olamayacağı yerde

bulunabilir mi? Mesih’e aykırı olan şeylere sürekli katılabilir mi? Kurtarıcısının ve Rabbinin gitmeyeceğe yerlere gidebilir mi, olaylara katılabilir mi veya koşullar altında bulunabilir mi? Gidipte her şeyi borçlu olduğu Kişiden nefret eden dünyayala paydaşlığı olabilir mi? Belki bazı okuyucularımız çok yüksek bir zemin attığımızı düşünebilir. Öyle düşünenlere şu soruyu soruyoruz. Hangi zemini kullanmamız lazım? Tabiki Hıristiyan olduğumuza göre Hıristiyan bir zemin olması gerekir. Bunu nerede bulabiliriz? Tabiki İncil’de. Peki İncil bize ne öğretiyor? Bu kötü dünyanın eğlenceleriyle ve boş arayışlarıyla herhangi bir şekilde karışmamızı yazıyor mu? Yuhanna 17’de mübarek Rabbimizin söyledikleri sözleri bir okuyalım. Onun ağzından bizim bu dünyada nasıl yaşamamızı bir dinleyelim. O bu bölümde Baba’yla konuşuyor ve şöyle söylüyor: “Ben onlara senin sözünü ilettim, dünya ise onlardan nefret etti.

Çünkü ben dünyadan olmadığım gibi, onlar da dünyadan değiller. Onları dünyadan uzaklaştırmanı değil, kötü olandan korumanı istiyorum. Ben dünyadan olmadığım gibi, onlar da dünyadan değiller. Onları gerçekle kutsal kıl. Senin sözün gerçektir. Sen beni dünyaya gönderdiğin gibi, ben de onları dünyaya gönderdim” (Yuhanna17:14-18). Bu sözlerde gördüğümüz yakınlıktan daha yakın bağ düşünmek mümkün değildir. Bizim Rabbimiz bu kısa bölümde, iki kez O’nun dünyadan olmadığı gibi, aynı derecede bizde dünyadan olmadığımızı söylüyor. Bizim Rabbimizin bu dünyayla ne alakası var? Hiç bir alakası yoktur. Bu dünya O’nu tamamen reddetti ve O’nu dışarı attı. İki haydut arasında O’nu utanç verici çarmıha çivilediler. Bütün dünya, medeniyetin tam merkezinde ve herkesin rızasıyla, çarmıha gerilme olayı sanki dün olmuş gibi tamamen bunun suçu altındadır. Mesih ve dünya arasında tek bir ahlaki bağ bile yoktur. Evet, dünya Mesih’in ölümüyle lekelenmiş ve Tanrı’ya tarafından bu cinayetten sorumlu tutulacaktır. Bu ne kadar ciddidir! Bu Hıristiyanlar için ne kadar ciddi bir düşüncedir! Biz, Rabbimizi ve Öğretmenimizi çarmıha geren bir dünyada yaşıyoruz ve O, O’nun dünyadan olmadığı gibi, biz de dünyadan olmadığımızı bize açıklıyor. Dolayısıyla, dünya ile herhangi bir dostluğumuz olduğu sürece İsa'ya karşı haksızlık etmiş oluyoruz. Kocasını öldüren bir kaç erkekle oturup, gülüp, şaka yapabilen bir eş hakkında ne düşünmeliyiz? Ve Hıristiyanlar bu şimdiki kötü dünyayla paydaşlığı oldukları an tam da bunun aynısını yapmış oluyorlar.

Belk bazı kişiler: “Peki ne yapmamız gerekir? Dünyadan ayrılmamız mı gerekir” diyebilir. Tabiki değil. Rabbimiz açıkça, “Onları dünyadan uzaklaştırmanı değil, kötü olandan korumanı istiyorum” diyor (Yuh.17:15). Biz dünyadayız, ama dünyadan değiliz. Bu Hıristiyan için doğru olan prensiptir.

Hıristiyan bir dalgıç gibidir. Dalgıç oksijensiz suyun altında yaşayamaz ve o yukarıyla bağlantısı olmadığı anda, bulunduğu yer onun yok olmasına neden olabilir. Ve Hıristiyanın dünyada ne yapması gerekiyor? Onun görevi nedir?

Burada görevini okuyabiliriz: “Sen beni dünyaya gönderdiğin gibi, ben de onları dünyaya gönderdim” (Yuh.17:16). Ve yine Yuhanna 20:21 şu yazılıdır:

“Baba beni gönderdiği gibi, ben de sizi gönderiyorum”. İşte bu Hıristiyanın görevidir. Kendisini bir manastırın duvarları arasında kapatmamalı.

Hristiyanlık bir kardeşliğe katılmadan oluşmaz. Hayır. Biz yaşamın çeşitli ilişkilerinde hareket etmeye ve Tanrı tarafından belirlenmiş ilişkilerimizde O’nun yüceliği için hareket etmeye çağrıldık. Biz kendi kendimize ne yaptığımızı değil, nasıl yaptığımız sorusunu sormamız lazım. Bu da kalplerimizi yöneten Kişiye bağlıdır. Eğer Mesih kalplerimizde egemense, her şey doğru olacaktır. Eğer bu öyle değilse, hiç birşey doğru olmayacaktır. İki kişi aynı masaya oturup yemek yiyebilirler. Biri iştahını gidermek için bunu yapar, diğeri de Tanrı’nın yüceliği için yemek yer (1.Ko.10:31), yemeğini vücudu Tanrı’nın kapı olarak uygun bir şekilde kulanabilmesi, Kutsal Ruh’un tapınağı olduğu için ve Mesih’in hizmetinde enstrüman olarak kullanması amaçlayarak yemeğini yer. Sadece yemekle alakalı değil. Bunu her şeyle yapar. Her yaptığımızla Rabbi önümüzde görme ayrıcalığı bize verilmiştir. O bizim örneğimizdir. O dünyaya gönderildiği gibi bizde dünyaya gönderildik.

Peki O ne yapmak için dünyaya geldi? Tanrı’yı yüceltmek için geldi. Peki O nasıl yaşadı? Baba’nın aracılığıyla yaşadı. “Yaşayan Baba beni gönderdiği ve ben Baba’nın aracılığıyla yaşadığım gibi, bedenimi yiyen de benim aracılığımla yaşayacak” (Yuh.6:57). Bu bizim için her şeyi kolaylaştırır. Mesih her şey için standarttır ve mihenk taşıdır. Artık insan kurallarına göre birşeyin doğru veya yanlış olması sorusu değildir. Biz sadece yaptıklarımızın Mesih’e layık olup olmadığı sorusunu sormamız lazım. Mesih bunu yapar mıydı? Veya benim bu gittiğim yere O gidermiydi? “Nitekim bunun için çağrıldınız. Mesih, izinden gidesiniz diye uğrunuza acı çekerek size örnek oldu” (1.Pet.2:21).

O’nun mübarek ayak izlerini izleyemeyeceğimiz yere gitmemeliyiz. Biz eğer sağa sola, kendimizi hoşnut eden yerlere gidersek, O’nun adımlarını basmamış oluruz ve O’nun bereketli varlığınından zevk almamızı beklememiz lazım. Hıristiyan okuyucu, işte tam meselenin sırrı ve en önemli sorulacak soru şudur: “Benim tek isteğim Mesih midir? Ben kim için yaşıyorum? Ben şu sözleri söyleyebilir miyim, “Bedende sürdürdüğüm yaşamı, beni seven ve benim için kendini feda eden Tanrı Oğlu’na imanla sürdürüyorum” (Gal2:20)? Bundan azı Hıristiyan için layık değildir. Sadece kurtulmamızla memnun olupta, dünyadaki tanrısız insanlar gibi yaşamamız ve kendimizi hoşnut eden ve kendi çıkarlarımız ardından gitmemiz, kurtuluşu Mesih’in emeğinin ve tutkusunun sonucu olarak kabul edipte O’ndan uzakta yaşamamız çok zavallı bir durumdur. Sadece babasından gelen iyi şeylere özen veren ve de babasının birlikteliğini değil, yabancıların birlikteliğini arayan bir çocuktan ne düşünmemiz lazım? Öyle biri haklı olarak hor görülmez mi? Ama daha da fazlası bir Hıristiyan için geçerli değil mi? Şimdiki ve ebedi olan her şeyini borçlu olduğu Mesih’ten soğuk bir uzaklıkta yaşayan ve O’nun çıkarını, O’nun yüceliğini aramayan bir kişiden ne düşünülmeli?

« Previous chapterNext chapter »